Bu Ülkenin Rönesansı

Bu Ülkenin Rönesansı

Rönesans, 1300 yıllarında İtalya’dan başlayıp bütün bir Avrupa’ya yayılan “yeniden doğuş” hareketidir. O dönem Avrupa’ya Egemen olan dinsel bağnazlık, engizisyon mahkemeleri, bilim ve sanatı kısıtlayan duruma karşı olarak doğan bir harekettir ve her alanda çığır açmıştır. Raphael Sanzio, Jean Bullant, Yassı, Michelangelo, Machiavelli, Leonardo da Vinci, Erasmus, Röklen, Luther, Albrech Dürer, Shakespeare, Cervantes, Rambrant, Kopernik gibi ışığı günümüze kadar gelen insanlar Rönesans’ı oluşturanlardandır. Ancak Avrupa’da Rönesans ar kaynaklık eden Rönesans’ı ateşleyen Avrupa Rönesans’ını etkileyen de İslam Rönesans’ıdır, 622-1259 yılları arasındaki bu İslam Rönesans’ına Abbasi Rönesans’ı da diyebiliriz.

Tipik bir Sasani kenti olan Bağdat ki Farsça anlamı – Tanrı vergisi-dir. Bağdat başkent olunca, Halife Memnun Bağdat’ ta Beyt-ül Hikmet adında bir bilim enstitüsü oluşturmuş, değişik dillerde ki birçok kitabın çevirisini yaptırmıştır ki buna antik Yunan filozoflarının, düşünürlerinin eserleri de dâhildir. Fizik, matematik, kimya, tıp, astronomi, felsefe konularında bilgiler geliştirilmiş ve bilim insanları yetişmiştir. Batıya mal edilen birçok icat bilimsel görüş, keşif aslında Abbasi Rönesans’ın da bulunmuştur. (Jack Goody’nin Tarih Hırsızlığı kitabına bakabilirsiniz)

Abbasiler kozmopolit bir devletti, yönetiminde değişik kökenli insanlar vardı. O dönemden hem Avrupa Rönesans’ına hem de bugüne ışık tutan Bilim insanlarından bazıları da şunlardır; Cabir, Bin Hayyam, Kindi, Biruni, Farabi, İbni Sina, Dinaveri, Harizmi, Nasuriddin Tusi, Fergani, İbn-i Türk, El Cezeri, İbni Heysem, Battani, Ömer Hayyam, Ebul Vefa El Buzcani, İbn-i Nefis. Ama görüldüğü gibi ne Abbasi Rönesans’ında ne de Avrupa Rönesans’ında kadın yoktur veya yok sayılmışlar, engellenmişlerdir.

Ortadoğu ve Avrupa’da bunlar olurken Osmanlı devleti her iki Rönesans’ı daha görmemiş görmek istememiştir. Osmanlı’da kurulan ilk rasathane 1580 yılında zamanın şeyhülislamı Ahmet Şemsettin Efendi’nin “gözlem yapmak ve kâinatın sırlarını açıklamaya cüret etmek uğursuzluk getirir” fetvasıyla yıkıldı. (günümüzde de diyanet işleri başkanının söylemleri de pek farklı değil gibi) İbn-i Sina diyor ki; ilim ve sanat iltifat görmediği ülkeyi terk eder. İşte bu nedenle de Osmanlı’yı terk etmişti.

Osmanlı devleti yıkıldığında da %90 oranında okuryazar olmayan hurafe ve cehaletin kucağında kendini kul kabul eden bir halk vardı. Osmanlı neden böyleydi sorusunun yanıtı başka bir yazının konusudur benim burada yazmak istediğim bizim Rönesans’ımız var mı? Sorusunun yanıtıdır. Bu ülkenin Rönesans’ı vardır oda cumhuriyettir. Bizim Rönesans’ımız Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan sonra onun önderi Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından ateşlenip başlatılmıştır.

Önce Cumhuriyet’in kuruluş günlerindeki ülkemizin genel durumuna bir bakalım; TÜİK’in yazdığına göre okuryazar durumu kadınların %3,67’si, erkeklerin%8,61’i olmak üzere toplam%12,99 nüfusumuz okuryazar ama gerçekte bu oran %5’i geçmez. Bu oranda belirtilen okuryazarlık yalnızca okuyup yazabilenlerdir okuduğunu anlayan, yorumlayabilen demek değildir. Aynı dönemde bu oran İskandinav ülkeleri, Almanya, Hollanda, İsviçre de %70 ve Avusturya, Belçika’ da %50’dir. Dünya ile bütünleşmek için Latin harflerine geçildi okullar açılıyor halk eğitilecek ama kim eğitecek? Öğretmen yok, bilen yok, ülkede hiçbir şey yok, yok yok yok. Bu yokluk içindeki yeni devlet Osmanlı’nın borcunun %67’sini de devralıyor, 107,5 milyon altın Osmanlı lirası borç da ödenecek. Demiryolları, limanlar her şey yabancıların elinde. 4000 km. demiryolunun 1 metresi bizim değil, kara yolu yok, elektrik İstanbul ve İzmir’in bazı semtlerinde var bütün ülkede 337 doktor, 434 sağlık memuru, 136 ebe var, bebek ölümleri yüzde altmış oranında, her yerde hastalıklar, salgınlar kol geziyor ve savaşarak ülkeden çıkartılan emperyalistler ellerini ovalayıp ekonomik olarak diz çökmemizi bekliyorlar. Ama diz çökülmedi dik duruldu ve bu ülkenin Rönesans’ı gerçekleştirildi.

Okuma yazma oranını yükseltti, dünya klasiklerini tercüme ettirerek okunmaları sağlandı. Kul düzeyinde olan insanlara yurttaşlık, çağdaşlık bilinci verildi, gençlerin kendine güveni sağlandı. Hitler rejiminden kaçan bilim insanlarına kucak açtı üniversiteleri çağının ilerisine taşıdı (kuşkusuz bugünkü durumları ise içler acısıdır). Köy enstitüleri ile köy çocuklarını klasik müzikle, sanatla, edebiyatla yoğurup yeni ve çağdaş bir gençlik oluşturdu. Bir kıvılcımla başlayan bu hareket yangın olup bütün ülkeyi sardı. Kadınlar erkeklerin yaptığı her işi yapma hakkı elde etti ve yaptı. Kadınlara seçme ve seçilme hakkı 1934 yılında anayasal hak oldu ve 8 Şubat 1935 seçimlerinde 18 kadın milletvekili seçildi. Kadınlara bu hak Fransa’da 1944 yılında verilmiştir ve Birleşmiş Milletler ’de de bu hak ancak 1979 yılında tescil edilmiştir.

Demir Çelik tesisleri, şeker, silah, uçak fabrikaları yoktan var edilerek kuruldu. Bu kuruluşlar için yetişmiş insan kaynağı gerekirdi, işte o kaynak oluşturuldu.

Emperyalist güçler ve onların yerli işbirlikçilerinin ülkemizde oluşturmaya çalıştığı tarikat temelli, bağnazlık temelli, Emevi anlayışlı din devleti oluşturma çabaları, 1919 muhalefeti aradan 100 yıl geçmesine rağmen başarılı olamıyorsa bugün Nobel ödülü kazanan bilim insanlarımız varsa Anadolu Rönesans’ı sayesindedir, o mayadır bizi ayakta tutan.

Hiç kimse bunları küçümseyemez; okuryazarı olmayan, fabrikaları olmayan, dolayısıyla işçi sınıfı olmayan, hurafe ve cehaletle iç içe kul düzeyindeki köylülüğün egemen olduğu bir toplumda bu gerçekleştirildi. Elbette ki hatasız, yanlışsız hiçbir şey yoktur ve bunlar eleştirilir fakat aklın bilginin ve bilimin ışığında yapılır.

Çevrenize şöyle bir bakın koskoca Sovyetler Birliği yıkıldı, dağıldı. O sosyalist devletlerden geriye ne kaldı? Çağa uygun olmayan, insan hakları olmayan devletler. Bütün o devletler otoriter aşiret devletine dönüştü. Rusya’nın kendisi de oligarkların başat olduğu otoriter bir devlet. Ama ülkemiz Anadolu Rönesans’ı sayesinde bütün engellemelere rağmen gene de çağının yakınında duruyor.

Dünyayı mahveden bu kapitalizme karşı Kartacalı büyük komutan Annibal’ın (mezarı Gebze’dedir) dediği gibi “ya bir yol bulacağız, ya bir yol açacağız”. Eskilerin yanlışlarından ders çıkartıp, herkesten yeteneğine göre, herkese emeğine göre ilkesini hayata geçirecek yeni bir yol bulacağız, yeni bir sistem kuracağız.

Evet, bizim de Rönesans’ımız vardı adı da Anadolu Rönesans’ıdır.

 

Yazar Hakkında

Asım Beşikci

1 Comment

Cancel reply