İnsana İlişkin

İnsana İlişkin

Düşünmek, sorgulamak, irdelemek, merak etmek, araştırmak insanın en önemli özelliği olsa gerek. Gerçi bu özellik bütün insanlarda, hatta ülkemizin insanlarının çoğunda yok. İnsanlık var olduğundan beri anlayıp öğrenmeye çalışmıştır. Gündüz çevresine, geceleri gökyüzüne bakarken gördüklerinin ne olduğunu, nasıl olduğunu merak etmiştir.
Bilginin, bilimin ve teknolojinin gelişmesi hep bu nedenlerle olmuştur. İnsanlığı sorgulayıp merak edenler geliştirmiştir. Kabul edenler, var olan bilgileri ezberleyenler, biat edenler, mucize arayanlar ise insanlığın, bilimin gelişimine köstek olmuştur, bilimi engellemiştir.
Öğrenmek isteyenler, bilinenlerle yetinmeyenler, bilgilerin doğruluğunu şüpheyle karşılayanlar, düşünenler; araştırıp öğrenmeye çalışırlar. Bu öğrenme süreci bizim dışımızda olan canlı cansız varlıklarla sınırlı kalmaz; kendimizi de öğrenmek, bilmek çabası içindeyiz, ama yukarıda belirttiğim gibi hepimizde bu çaba yok.
Bilgi teknolojiyi geliştirdi, teknoloji ise bilginin artmasına katkı sağladı. Bu işlemler böyle birbirlerini ilerletip, dönüştürüp geliştirerek kesintisiz sürdürülüyor. Teknolojinin gelişmediği, bilgilerin çok sınırlı olduğu; mikroskop, teleskop, laboratuvarlar ve bunlarla ilgili araç gerecin olmadığı çağlarda İnsanlar doğayı, doğa olaylarını yakıştırmalarla, doğaüstü güçlerle, hayali varlıklarla, mitolojilerle açıklayıp anlamaya çalışmışlar ve bu durum felsefeyi geliştirmişti. Felsefe o zamanın bilimiydi ve çağımızda bilim teknoloji felsefenin yerini alıyor, ancak bu demek değildir ki düşünce, hayal etmek, kurgulamak sürdürülmüyor.
Milattan 500 – 600 yıl öncesinde antik Yunan’da bu çalışmalar zirve yapmıştır. Felsefe okulları, düşünce okulları açılmıştır. Milet okulu Anadolu’da Ege kıyılarında MÖ 600 yıllarında Thales, Anaksimandros, Anaksimanes ile Efes okulu MÖ 500 yıllarında Heraklit ile ve İtalya’nın batı kıyılarında bir Yunan kolonisi olan Elea’da ise Parmenides, Zenon, Melissos ders veriyor, dünyayı, doğayı anlamak için bilimi ve felsefeyi geliştiriyorlardı. Bilim ve felsefe neden başka yerlerde değil de buralarda gelişti? Neden tarihi boyunca Türklerden felsefeci çıkmadı? Bunlar da yanıt aradığım sorulardır.
Doğada eşitlik, adalet yoktur. Doğada yalnızca zorunlu yöne doğru olan sürekli değişim dönüşüm ve hareket ile bunların oluşturduğu sağlam bir sistem, kusursuz işleyen bir sistem vardır. Bizler ise doğayı gözlemler, doğadan öğreniriz ama bizim oluşturduğumuz sistemler, düzenler, yönetim modelleri doğadaki gibi olamaz. Bizler toplu yaşayan, sosyal varlık olan canlılarız. Yaşamı kolaylaştırmak, türümüzün sürekliliğini sağlamak için aklımızı kullanarak kurallar ve sistemler oluştururuz. Bunlar doğanın özünde olan değil, bilgi birikimimiz ve aklımızla kurgulayıp, deneme yanılmalarla oluşturduğumuz kurallar manzumesidir. Doğadaki bilgilerimiz sınırlı ve kısıtlı olduğundan oluşturduğumuz kurallar, sistemler, düzenler doğanınki gibi doğal ve sağlam olmayıp kırılgandır. Bu nedenle kurduğumuz bu düzenler adaletli ve mümkün olduğunca eşitlikçi olmak zorundadır. Ayrıca bizi ayrıcalıklı yapan aklımız, bilincimiz içinde bulunduğumuz evimiz olan gezegenimizi yani yaşadığımız dünyayı, doğayı da korumamızı işaret eder.
İlkel komünal düzenden, avcı toplayıcı topluluklardan sonraki insanlık tarihi, insanların birbirlerini katletmelerinin tarihidir. Gerçi avcı toplayıcı toplulukların farklı olduğunu sanıyoruz kuşkusuz ki kesin bir bilgi ve belge yoktur.
İnsanların birbirlerini katletmelerinin görünen bahaneleri; hep din, dil, ırk farklılıkları olmuştur. Oysa işin aslı kurulan adaletsiz düzenlerde egemenlerin egemenliklerini, sömürülerini sürdürmeleri için din, dil, ırk farklarının kullanılmasıdır. İşin aslı artı değere el konulmasıdır. Bu nedenle kurduğumuz sistemlerin adını ne koyarsak koyalım adaletli ve olabildiğince eşitlikçi olmasını sağlamalıyız.
İster makrokozmozla ilgili olsun, ister mikrokozmozla bugünkü bilgilerimiz çok az ve sınırlıdır, çoğu da kabullere, kurgulara dayanır. Hani Sokrates’in ünlü bir sözü vardır “bildiğim bir şey varsa o da hiçbir şey bilmediğimdir”. İşte bu söz insanlık için bugün de geçerlidir. Bunları bilinemezci olduğum için değil, bir durum tespiti yapmak için yazıyorum.
Öğrenmek için yolumuz çok yeter ki doğayı, türümüzü yok etmeyelim, yeter ki adaletli, eşitlikçi, herkesten yeteneğine göre isteyip herkese emeğine göre veren dünya oluşturalım, böyle sistemleri kuralım, yeter ki bilginin ve emeğin değerini bilelim, yeter ki eleştirel akılla bakan, sorgulayan İnsanlar yetiştirelim.
Sevgilerimle Asım Beşikci

Yazar Hakkında

Asım Beşikci

1 Comment

Cevaplayın