Geldik Bugüne

Geldik Bugüne

Önce hiçlik vardı, hiçlik enerjiyi var etti. Enerji dalgalandı, durdu, maddeyi var edeyim mi acaba diye düşündü ve maddeyi var etti. Maddeyi demişsek; bildiğimiz, gördüğümüz biçimlerini değil; hâlâ daha bilmediğimiz, bilmeye çalıştığımız kuantum denilen parçacıkların da parçacıklarını var etti, sonra parçacıklar, atomlar, moleküller biçiminde yol aldı. Unutmadan belirteyim ki; hiçlik yalnızca bildiğimiz daha doğrusu bildiğimizi sandığımız enerjiyi değil, hiç bilmediğimiz karanlık enerjiyi de var etti. Biz ona karanlık enerji diyoruz başka da bir şey bilmiyoruz. İşte masal böyle başladı hani şarkıda da öyledir ya daha sonra da delikanlı genç kıza iskelede rastladı olur işte bu da öyle bir şey. Daha sonra gaz ve toz bulutları, yıldızlar ve galaksiler, kara delikler sayda say, yani evren dediğimiz şey büyüdü, gelişti, büyüyor, gelişiyor ışık bile bir ucundan bir ucuna 100 milyar yılda gidebiliyor. İşte o evrendeki bir galaksinin sarmal kolunun ucunda belli belirsiz bir noktada küçük mavi gezegenimiz var oldu. Güneşimizle birlikte ve evimiz olan küçük mavi gezegenimiz dünyamızdaki sularda zincir moleküller olan amino asitler oluştu onlar da zincirleme tekrarlarla benzer yenilerini oluşturdu ve canlılık oldu, nasıl oldu diye sormayın ben de bilmiyorum ki bu bir masalmış gibi düşünün. RNA, DNA derken hücreler; çekirdek zarlı, çekirdek zarsız, prokaryot, ökaryot falan filan diye sözümüz de uzadı ama başka biçimde de nasıl anlatayım! Sonra hücreler birleşip ortaklıklar kurdu, çok hücreli canlılar oldu, iş bölümleri uzmanlıklar oluşunca organları meydana getirdiler ve gezegenimiz canlandı. Araları atlayalım orası çok önemli değil bize gelmeye çalışalım: Hominidler, primatlar derken her şey gibi insanımsılar da gelişti, değişti, dönüştü. Nöron hücreleri bağlantılar kurdu, düğümler oluşturdu (hani kavşaklar, istasyonlar, terminaller gibi) ve kademe kademe beyni oluşturdu; beyin de bilinci, düşünmeyi var etti. Beyin bunu nasıl yapıyor diye sormayın bunu bugün kimse bilmiyor.

Aslında gördüğümüz, duyduğumuz, hissettiğimiz her şey kafatasımızın içinde hapis gibi duran ve dış dünya ile dolaysız hiçbir ilişkisi olmayan beynimizin bize sunduğu, bize yaşattığı şeylerdir, onun tasviridir, gerçek dediğimiz onun bize gerçek diye sunduğudur bunu da bilelim. Çok gelişmiş bir organımız olan beynimizi öğrenmenin daha başlarındayız. Kim öğrenmeye çalışıyor? Beyin. Neyi öğrenmeye çalışıyor? Kendini. Ne kadar ilginç değil mi? Neyse biz devam edelim; beynimiz oksijen ve şekerle beslenir bu beslenme kanımız tarafından yapılır ama işlevlerini yapması için başka bir beslenmeye gereksinimi vardır, bilgiye; nöronların yeni bağlantılar kurması yeni şeylerle, yeni bilgilerle olur ve bunun sürekliliği gerekmektedir. Aksi durumda bu mükemmel organ işlevsiz kalır ve primat günlerinden kalan alt beyin ve de ilk canlılık dönemlerinden beri yaşamımız ve türümüzün devamı için oluşan içgüdü denilen paket programlarla yaşarız, yani ilkel bir insanımsı olarak kalırız

Geldik bugüne ya beynimizi bilgiyle, bilimle besleyeceğiz, yeni şeyler öğreneceğiz ya da beynimizi aç bırakıp küçülteceğiz. İlkellik ve gelişmişlik ikilemi karşımızda duruyor ve de bilgiyi gene beynimizin ürünleri olan; ahlâk, vicdan, hak ve adalet ile taçlandıracağız. Asım Beşikci

Yazar Hakkında

Asım Beşikci

Yorum yok

Cevaplayın